November 10, 2010

Talking about San Diego, CA

Otobus beklerken...
 
Gunes, yakıyor butun gucuyle. Otobus bekliyorum uzerinden sadece bir numara otobus gecen durakta. Evler basılmış, tek katlı bahceli bir yagmur tanesi kadar guzel. Ortalık yesillik ama dogasından dolayı değil, yoksa yagmur hic yagmaz. Evlerin sulama sistemleri var ana bir depoya baglı suyun gunde yaklaşık uc defa puskurtulmesi ile gercekleştiriliyor bu yeşillik, belki de daha fazla. Otobus genelde onbes yirmidakikada gelir. Bu yuzden pek de saate bakıp cıkmıyorum. Nedense bazen niye gelmedi bu otobus dedigimi hatırlıyorum. Durak genelde sakin oluyor, zaten şehrin kendisi sakin. Los Angeles baya kalabalıkmış daha gitmedim oraya.öyle diyolar. Gunes te baya yakmaya başladı. Ustumede bi tane beyaz kaban almışım, ne biliyim akşamları soguk oluyor herhalde ondandır. Gecen gun okula giderken gomlek giymiştim gec saatteki dersimden cıktıktan sonra baya üşüdüğümü hatırlıyorum. Kesin bu nedenden dolayı idi.Ama gunduzleri de gunes yakıyor, dolayısıyla ince beyaz kabanım sanki kalın tuylu deriye donuyo bende hava gecmiyen bu ortunun içinde terliyorum.
 
Bir kadın var genelde goruyorum onu, gelir bekler benle gunun belli saatleri otobusu. Hiç konuşmadık, yaşlıca sankibiras 50sinde falan. Zaten pek de yaklaşmıyo durağa, uzak tan bekliyor otobusu. Cogu zaman acaba benden dolayımı duraga gelmiyor dediğimoldu ama kaldıkca orendim bu memlekette millet cok yakınılıgı farklı degerlendiriyor. Korku hakim insanlara. Ilkten "hello" falan ama o kadar daha ilerisi mumkun deil gelmiyor. Ya actırmayın azımı, hediyeleşmek, komşuluk ilişkileride yok işte!
 
Otubus uzakta gozuktu, tıngır mıngır geliyo. Bakmayın tıngır falan dediğime baya yeni modern bişey. Icınde hoperlor falan var. Otobus soforu deildiginde kullanıyor, acıkcsı sesi sanki biras da kalınlaştıryor gibi geldi bana. Mesela biri biletini veya kartını gostermediginde hafif karizmatik sesle cagırıp lutfen kartınızı  gosterirmisiniz diye sesleniyor sofor. Ben okula gittigim otobuslere bedava biniyorum, neyse ki bu bikac numarayı kapsıyan bedava tasımacılık baya işime yarıyor aksi takdirde bilet beni sıkıntıya sokabilecek kadar pahalı. Gelirken yavaş yavaş yolda ona ayrılan bolmeye yaklaşır otobus soforu kapıları acar buyuk bir ihtiyatla. Girişte sizi karılar "hello"!...Memnun olmamak elde değil tabi, girer girmez merhaba. Hepsi aynı şekilde sizi karşılamıyor ama cogusu boyle. Gecerken yanından kartımı gosteriyorum. tam gosterdigim yerin cama bakan yanındaa para alan bi makine var. Tam 1 dolar bilmem kac cent istiyor bozuk yoksa binemiyebiliyorsunuz otobuse malesef. Tabi bana gore bu bir zorluk. Neyseki bende okulun kartı var diye seviniyorum, arkamı sofore donduktan sonra yusumde belli belirsiz bi tebessum.
 
Otobusun arka tarafı genelde biras daha ucube tipler oturdugu yer oluyor. Tabi istisnalar da var. En arkada 5li koltuk, fakat yaygın oturan insanların bir nevi israf ederek kullanması ile...sadece 2 kişi bile oturabiliyor. Yani biüçüncü kişiye yer kalmıyabiliyor.Ne varki, otobus cok dolmuyor, dolduguda oldu hatırlıyorum. Ben de arkada yer bulursam oraya oturuyorum, ucube deilim ama kafamda olusan bu onyargıyı yıkmak isteyişimdenmidir nedir onde oturmak istemiyorum. Bi de on tarafların birkısmı sakatar için ayrılmış, bu yuzden oraya oturan herhangi bir anda sakat birisinin otobuse binmesiyle yerini pna vermesi gerekiyor. Sofor'un de tabi bu kişiye yardımcı olması, arabasını kitlemesi falan gerekiyor. Bu onun gorevleri arasında. Her ne kadar tebessumle yayılan cenesi etrafa mutluluk ta yaysa, ben her zaman bunun samimi olduguna inanmıyorum. Hele bi tane zenci sofor var gayet sert, ama onuda seviyorum.
 
Otubuste inmek istersen yanında sagında solunda bulunan sarı bir kordon var onu cekmen yeterli, yani yerinden kalkmana gerek kalmıyor. Zaten ayakta bekleyende olmadıgında inerkende zorluk cekmiyorsun. Tabiyolboyu eger bir kitabım yoksa yanımda (genelde oluyor), etrafa bakınıyorsun (tabi alıştıkca gitgel, artık bakmamaya başlıyorsun) etrafı reklam kagıtları suslemiş otobusun tavan ile camları arasında kalan hafif prizmatik bolgesini. İki dilkullanılıyor, biri ingilizce digeri ispanyolca. Aslında bu bolge evvelden meksika toprakları olunca tabi konusulan dilde ispanyolca kalmış. Araba ile yola cıkılsa hemen goze carpıcak olan da yer isimlerinin Ispanyolca olmsı: El Cajon, La Jolla...ha bi de "j" harfinin "h" gibi okundugunu da eklemeliyim ve "l" ler "y" gibi. Hakkaten  hayret bulanıyor içimde bu kadar dil bu kadar insan dunya ne kadar da buyuk diiyesim geliyor demiyorum. Otobus ay hızla bir duraktan digerine varıyor etrafta tek katlı amerikan evleri, bugun elde kitabım yok gozlem yapıyorum. Arada bir buyuk "mall" denilen maretler geliyor geciyor gozumun onunden sonra bahcel evler.
 
Okulun belli bi girişi yok. ole ulu orta. Kampusemi girdikoluyosunuz birden. Trafik ışıkları sıklaştımı anlıyorum okula yaklaştık. Bir de sık kullanılan "stop" işaretleri tabelalerda, yollarda...ışıkların yerine kullanılmış. Uzerine gelince kesin durmak zrundasınız, arkadaşımın arabasına bine bine bunu da ogrendim. Bir yeşil alan sizi karşılıyor eşikte, binalar genişliyor boyları uzuyor, parlıkları artıyor. Okulun parası var dedirtiyor insana. Yolarda sanki yeni çekilmiş şeritler soforu motive eder gibi, hata yapmıyor. Duruyoruz kalkıyoruz, evet okul içindede bir kaç durak var ben ortadakinde iniyorum. Uzak deiller birbirlerine bazen ilk baştakine yuruyorum eve donuste: lakin orta durakta kalabalık oluyor otobus beklerken oturmak iyi oluyor. Ayakta kitap okumak veya bişeye goz atmak oldukca zor.
 
Bazen gec cıkıyorum okuldan, tabi saat gec oldukca otobus seferleride gunun o azalan ışıgı ile paralel bir solgunluk, bir yorgunluk gosterir gibi oluyorlar. Sefer sayısı dusuyor, zamanında gelirsen az beklersin oluyor. Eger rastgele gelmişsen cok beklemek yorulmak oluyor. Cok bekledigim, sıkıldıgım, artık gel diye içimden feryat ettigim geceler olmadı degil.  Sonunda her sonlu gibi beklemenin de bir sonu geliyor. Tabi sıkıntılı bişeyin sonunun gelmesi sevindiriyor beni, ama sevdigim bişeyinde sonunun geliceginide hatırlatması az da olsa burkukluk yaratıyor. Kapı acılıyor, bu seferki tebessum biras daha kirlenmiş yorulmuş bi şekilde karşında, gunun yorgunlugu buna da yansımış. Ben de "hello" diyorum. busefer benim sesim daha gur cıkıyor, gerci bunu kimse fark etmiyor benden başka. Tekrar arka saflara dogru ilerliyor ve yerimi alıyorum...
 
 Ilk Evim...
 
Gece saat 10:30 olmuş. Ya bu kadar ucak yolculugu ve sonunda bilmedigin, hic gormedigin bir yere iniyorsun, ustune ustluk birde gec bir saate denk gelmiş. Aslında şu an Istanbulda saat sabah olmuştur, hic uyumadım. Uzerimde bellirsiz bir yorgunluk, vucut da bir dinginlik, yaşlanmışcasına goz kapaklarım seyiriyor. Hava alanında bekliyorum birisi gelicek beni goturucek bir eve. Yeni geldik tabi  ne şehrin huyunu nede suyunu ogrenebildik. Baya bekledim, kalabalık dagıldı ama ben halen oturuyorum, hic gormedigim birini bekliyorum. Ustumde hafif kalınlıkta bir kazak ve onun ustunde yagmurluk, neden bilmiyorum yamurluk gibi bişey almışım yanıma.


Kucuk ve ince bıyıklı birisi yası cok deilmiş daha sonra ogrendim beni almaya geldi, ismimle cagırdı beni. Dısarı cıktık arabası hemen hava alanının dısında. "Acele et" diyor, burda beklemesi cok surmez gotururler veya ceza yersin herhalde diye dusunuyorum. Apar topar bindik arabaya. Yollar genis buyuk, sanki insanı yutar gibi, dagınık evler bahceler etrafta benim memleketime benzemiyor. Usten girdik alttan cıktık artık sokaklara girdik. Sokaklar bile genis olabildigine yayılmış bahceli evler, ama sadece evler. Her evin onunde ortalama iki tane araba duruyor. Sokaklarde nerdeyse hic kimse yok, ama su an gece saat 11 olmuş, tabi olmaz diye dusunuyorum. Gerci acı gercekle yuzleşmem pek zaman almıyor: 1 haftada bile gordugum insan sayısı sınırlı sokakta.
 
Ev bi tepenin userinde alış veriş merkeslerine bi hayli uzak bir yere konuşlanmış. Bakkal gibi bişey yok zaten, uzak fakat buyuk "mall" denilen alış verişmerkezleri, insanların bir araya geldikleri, gulup eglendikleri yerler durumunda. Yani sevinc, huzun, karşılıklı dialoglar duvar aralarına hapsedilmiş. Evimizden aşagısı biryokuş var bi hayli uzun yurumesi 20 dakika falan alıyor. Yokuşun bittigi yerde yollar dallanıp, saga sola acılıyor, tam karşısında ise amerikan futbolu stadyumu var. Baya buyuk biryapı, eskiden romadaki  gladyatorlerin arenalarına benziyor. Zaten bu sporda bana onalardan farklı gorunmediginden midir nedir, ordan gecmeyi bile sevmiyorum. Fakat ne varki, bu yapının tam arkasında tramway bulunuyor. Okula gitmenin ilk ayagı olarak bu toplu tasıma aracına biniyorum. Fakat esas problem, bu araca varması en az yarım saat alıyor yuruyerek. Geleneksel izlenimlerin bu 30 dakkalık yuruyusun tabi cogu zaman farkınabile varmassını oluyor ama ben varıyorum. Assagı imek cıkmak tabi insana baska seylerinde degerini anltıyor ogretiyor.Bir cok sey ogrendim bu yokusu cıkarken. Fakat en dikkat cekeni ise benimle her sabah aynı yokusu inen çinli bir hanım teyze. Bundan otesini bilmiyorum onun hakkında fakat ufak bacakları ve uzutune aldıgı pijamamsı eşofmanları onun herzaman dikkatimi ceken bellegimde yer eden biri haline getirdi. Yaslı, belki yetmişinden fazla, kısa boylu biri, ama iradeyle daha gunesin yuzunu gostermedgi zamanlarda kosar, spor yapar. Hayata daha baska nasıl baglanılır bilmiyorum. Her halinden belli spor yapsada ne kadar sıkıntı cektigi. yuzundeki kırklar kırısıklar ele veriyor yılların tozlu ve agır yukunu...
 
Sunny San Diego...
 
Bulutlu bir gun sabahı, yagmur yagarmı? Yagmaz. Yagmasın da zaten hic aramız iyi olmadı. Geldigimden beri sersem etti beni, kapanıyo ama yagdıgı yok. Kustum ona. Arabası olan abimiz haberdar etti bizi gezmek istiyormus San Diegoyu. Tabi arabası var hayır denmeski, oldu abi haydi gidelim gorelim neymis bu Coranado, neymis bu Sahil, kumsal ve gunes. Gunes derken pek de inanmamıstım bu dedigime baksana halen hava kapalı.
 
Yollar acık. Zaten hep acık oluyor yollar bazen tıkanır anayolları ara yollara baglayan yollar ama gecici olur bu. Indikce indik sanki yokus iniyoruz oysa ben hep duz oldugunu sanırdım. Indik okyanus gorundu. Buyuk, engin deniz sonu yok sanki karanlık alımlı, masmavi, gunes yokken bile mavi, ve sanki cok guclu. Yaklastıkca daha bir merak sarıyor etrafı, belkide bana oyle geliyor. Elimde de bu arada aldıgım ders ile ilgili bir kitap, ders calısmam lazım ama okyanusa hayır diyemedim, bir taraftan da goz ucuyla ona bakıyorum. Bulutlarda sanki bizi izler gibi gunesle aramızda durmakta sıkıldılarki, yavas yavas engel olmaktan vazgectiler...
 
Artık gunes serbest bi şekilde ışıgını yayıyor hafif yassı suratına dunyanın. Okyanus şimdi snaki daha derin ve daha mavi. O yassı suratın gercekligini goz onune seriyor. Gittikce buyuyor ve dalgalar sesini duyurmaya baslıyor beyaz beyaz kopukler yakında artık. Makinem kotu oldugundan almadım yanıma, ama arkadasın iyi bi tane var, o cekiyor fotoları bende bellegime gecirmeye calısıyorum. Artık guneste sersem, butun bulutları dagıttı gitti butun gucuyle mavi okyanusa vuruyor, tabi yansıyan ışıkta gozlerimizde. Gun batana kadar tenimiz oksuyor gunes masmavi gokyuzu aksama eslike ederken, okyanusta sanki aksamın gelisinden memnun deil hırcınlasıyor, dalgaları buyuyor, rengi soluyor...
 
Gunes butunuyle terk ettiginde ortamı donus vakti geldigini bilen ve uzulen tek biz deildik...
 
Ruhuma yagmurlar yagdı...
 
Yeter artık gel işte!.... kutupaneden cıkarken gelis saatine gorede cıkmıstım ama nafile, acaba kacırdımmı?. Durak kalabalık saat nerdeyse ona geliyor. Geceler olunca otobus seferleride azalıyor. Soferler de yoruluyor tabi, iş guc hepsinin ailesi var herhalde diye dusunuyorum. Gecenin de etkisiyle serinleyen hava, vucudumu usutmekte cekingen davranmıyor hic. Sırtımda agır cantam rahatsız ediyor. Evim uzek oldugundan genelde sabahki dersime geldikten sonra gunu okulda geciriyordum. Boylece bilgisayarımı, kitaplarımıda yanımda tasıyorum. Bazen şarj aletini almayı unutunca tabi, bilgisayarı 1-2 saatin otesinde kullanamıyordum. Işıklar gozumu aldı bi anda!...hmm hayır bu deil.
 
Bu sabah baya erken kalktıgımı hatırladım, daha gunes dogmamıstı. Gecenino tuyleri urpertici karanlıgı yerini tam gun ısıgına bırakacagı bir vakitti. Insanlar bu guzel anı hergun kaçırıyorlar dedim kendikendime. Belkide kendime dedim, geceleri gec yatıp sabahleyin gec kaltıgım gunlere laf edercesine! Bugun ayrı bi sevincliydim aslıdan Istanbuldaki evi  arıcaktım, bitane 10 dolarlık kartlardan alıp bir dizi numara cevirip Evimin numarasınıda girip Annemin sesine ulaşacaktım. Hep o acardı telefonu evde hic cocuk kalmadıgından beri. Sabaha karsı aramak aslında her ikisinide ecde bulma ihtimalini guclendiriyordu bundan bende geceleri aramaya calısıyordum...
 
Alo!... baya sesli soyledim ki etraftakiler kafalarını cevirip baktılar, utandım. Ama otobusun gelmeyişineydi bu Alo, içimden nedenini buldum ama bunu onlara acıklayamadım. Aslında acıklardım ama tefonun diger ucundaki sevgidolu insan Alo deyip cevap beklemeseydi. Hal, Hatır sorulduktan sonra eger ozelbir mevzu varsa onlardan bahsettim, bazen burda baska eyaletlerde tanıdık bazı insanlar oluyor, babam onlarada ben aracılıgıyla ulaşabiliyordu. Otobus, telefonla dunyadaki tum gullerden daha guzel kokan bir gulu bulduguma ve hatta konusanını bulup bide onla konustuguma inat olsun diyemi ne, cadde basından kendi gosterdi. Cok secimi olmayan ben, durum izahı sonrası kapattım telefonu. Duraga gelen otobusu biriken kalabalık aktı benden arkalarından, bir yer buldum oturdum. Aklım halen telefondaydı...
 
Torrey Pines Trip
 
Konferans varmış haftaya. İlginc tabi bussuru universiteden bussuru adam gelicek arstırdıkları yeni şeyleri sunucaklarmış. Guzel bişey tabi, o zaman bende eniyisi yardımcı olayım bu organizasyona diye dusunmustum, hatırlıyorum. Çarşamba gunuydu bu gezi. Konferansa katılan kişilere yonelik bir tur Pasifigin yanında yesil bir arazi. Insanların  genelde gelip koştukları yurudukleri kısacası spro yaptıkları bir yer. Fakat oyle ilginctirki, az yagan yagmur iki gundur aralıksız yagdı, nerdeyse gezi iptal olucaktı. Olmadı. Bitane fotograf makinesi istedim, verdiler. Baya profesyonel bişey. Gercekten cok iyiydi. Hatta gezidekilerde seninki en iyisi diyorlardı durmadan. Bende doyaya doya fotograf cektim. Kelime degarcıgım yetmiyor ne kadar heyecanlandıgımı anlatmya desem abartmışolmam herhalde.
 
Once uzunca bir yuruyus yaptık. Bizim grup üç kişiydi: Ben, Young ve Jennifer. Tabi diger başka grup daha kısa olan yolda yurus yaptılar. Bizim yolumuz uzun olsada baya gezmiş olduk hatta okyanusun uzerinden bussuru manzara gormek nasip oldu. Ayrıca buyuk kaktusler, ve peri bacalarına benziyen kırmızı renkli yapılar, erezyondan aşınmış farklı şekiller almış tepelikler gorduk. Diger universitelerden insanlarla tanıstık. Her ne kadar iki gunun hatırlatıcısı olan bulutlar gunese sıksık engel olsalarda, onun kendini gosterdigi anları cok iyi degerlendirdim. Okyanusun dalgaları halen kulagımın dibinde, boyle bir buyukluk yok. Dalgalar sıksık benim boyuma ulaşıyordu kumsala indigimizde. Bi ka sorfcu havanın soguk tabiatına ragmen almışlardı sorf tahtalarını ellerine...okyanusa dogru ilerliyorlardı. Bana muazzam gorunen ve içimi urkuten bu beyaz dalgalar onların vazgecilmezlerindendi.
 
Gunes batmak uzereyken, tekrar kumsala indik. Bir kac abur cubur ikramı yaptık misafirlere bu arada bizde goturduk. Herkesin belliydi yuzunden acıkmışlardı. Herkes yiyordu sadece okyanus dinliyordu. Gunes battıkca hava da sogudu, ruzgarda akabinde kendini gosterdi. Her gecen an okyanusu hırçınlaştırıyordu. Gunes tamamen battı ben tabi kumsalda makine elimde. Ben Cektikce o sanki elvada diyor.Bulutlar halen havadalar. Utanmazlar bi yalnız bırakmadılarki bizi. Artık tamamen battı sapsarı yuvarlak, artan ruzgarla birlikte artık yalnız okyanus konusuyordu...
 
Yorgun
 
Sabah erken kalmak aslında baya avantajla,  insana zorunlu tutulunca disipline oluyor. Yine bole bir sabah, ilk kalkınca sanki sudan çıkmış balık gibi once kısa sureli bir sersemleme daha sonra solgun camlardan içeri giren belli belirsiz gun ışıgı odayı aydınlatıyor. gozler baygın bi şekilde etrafı suzergen, ayaklar banyonun yolunu tutuyor. Dışarı ne boyle, beyaz bulut gibi sis cokmus. Ellerim bilgisayarın açma dugmesinde kalakaldı. Yogun da baya, karşı evin duvarı zar zor seciliyor. Buyuk cabayla gozlerimi aldıgım pencereden daha verimli sayılabilecek başka bir işi için yol almaya başladım. Hedef bu sefer mutfaktı.
 
Sut var, en hızlı kahvaltı yontemi bu sutunde rol aldıgı mısır gevregi olayı. Hemen kutu kapılır, bir yassı tabakla sut buluşturulur. Hele hele, mısır gevregi çilekli ise lezzet bi kat daha artırılarak afiyetle yenir. Cok doyurucu bir secenek oldugunu soyleyemem fakat hızlı oldugu kesin. Hem ders öncesi vucudun ihtiyac duyabilecegi zaruri malzemelere de sahip. Oyle demişti bir keresinde Annem, ordan biliyordum. Emindim. Dışardaki sis mısır gevregimi yemiş bitirmiş olmama ragmen dagılmamıstı ustune ustlukte camlara vurmaya baslamıstı. Suskun sitede agırdan kendini alan sessislik arada bir bozuluyor, insan sesine kopek sesleri karışıyordu. Oyle ortadan kopekleri dolaştırıyorlardı ve ben buna gıcıktım. Kimisi baya yırtıcı kopekler dolandırıyordu. Kendisinden daha guclu bu kopege nasıl hakim olucaktı bilmiyorum ama kopek sanki onu suruyordu. Bazen bu kopek olmassa bu teyze yurumez, yuruyemez diyordum. Sokakta, sitede, evde.
 
Dışarı serinlemiş. Daha dogrusu bu supriz deil benim için, sabah erken saatler bole olur bilmiştim. Guneste zaten sabahları nazlanırdı, kendi içimden hadi artık dog ortalıgı sevgiye, huzura bog derdim, ama dur bakalımdı. Zaten oyle hep huzura bogamıyordu ve dogan gunes memleketimdeki gunes olamıyordu. Solgundu, eksikti. Konusmuyordu burdaki gunes, suskundu, çekingendi. Hava sisli bile olmasa gunes kendine bi sis perdesi bulurdu sanki benim için, rengi mat olurdu. Kafama siyah başlıgımı geçirdimmidi kendimi dışarı atartım. Bu sabahta oyle yaptım. DIşarda otobus bekleme olayı yine rutin bi şekilde gerçekleşti. İçerdeyim ve işte geldik dışardayım. Cok hızlı geciyor otobuste zaman, kimseyle konusmuyorum, etrafı izliyorum, nedendir bilinmez şalterleride kapatıyorum.
 
Erken kalkınca hafif baygın bir halde gune devam ediyor insan. Gerci alışıyor vucut ve bazen cokta sorgulamıyor. Zavallı bazen şikayet etmiyor yoruluyor belli. Bunu en iyi, gun içinde 2 saatlik kestirme yaptıktan sonra anlıyorum. yorgunluk deposunda birikme olmuş, bi turlu bosaltamamıs, atamamış uzerinden bunu bende sanki depoyu bi iki saatlik guniçi dinlenmesinde bosaltıyor ve rahatlıyordum. Yorgun gunun ardından, dinlenmem bu şekilde oldu bugun.
 
Cetrefilli gunler...
 
Biten gunler bir bir sayaken, hızlı gecen zamanın farkına varmıyor insan. Yolunda gibi gorunen seyler aslında yolunda olmadıgını anlayınca insan işte o zaman kotu hissediyor. Zaman farklı bişey, bazen gecmez sanki durur, bazen su olur akarda sicak anlar sogur. Hernedense o gunde bu tedirgin anımla gune baslamıs bulundum. Kafada yuzbin soru, fakat tek alet edavatta aklım kalmışım yalnız onla otobusun en arka tarafında. Istikamet okul, hatta okulun Calit2 denilen binası yani sunum yapıcagım o modern binası. Yenice bir bina camekanlı, buyuk, mavice uzun boylu bir bina. Konferans salonları unlu, karanlık bir odasında sunumum beni bekliyor. Solgun yuzum bu olayın ehemmiyetini kavrayınca renk kazandı, heyecan denilen şeyde bekliyor bir acık anımı ki yuzeye cıksın. Bilic altım ustelerken o bogulmaktan kurtulmaya calısıyor, uyur gibi yapıyor ve tekrar nefes alıp derinlere iniyordu.
 
Ve o an geldi ismim derinde belirdi. Kalabalık benim haraketimle karanlıkta kaybolurken ben adımlarımı sessiz fakat bir o kadar da emin atmaya calısıyordum. Guc bir geliyor bir kayboluyordu. Neyseki hızlan sahneye gectim, heyecan beni bekliyordu, bir bos anımı. Unutkan beynim onuda  unutunca boguldu gitti kısa zamanda. Bir "fırt" kadar kısa gibi geldi sunmum, ve bitti derken sonuclarım bu derken arkadan gelen kalabalıgın alkış sesleri beni iyiden iyiye sevindirdi. FArklı bir duyguydu ama zaman içe çöker gibi oluyordu, ve fakat kalbim daha yavas atmaya baslayınca fark ettimki olen heyecanım deilde, heyecanımı fark edecek şuurumdu.
 
El aluyah...
 
Qualcomm stadyumu aksam saat 11 olmus ellerim buz gibi, durgun deniz deyim sanki her an dalgalacak gibi. Sag tarafimda bilet makinasi bir o bir ben neden beklerimki bi istasyonda yoksa kimsem. Susuyorum. Hatirladim arkadasim Ahmet gelicekti ya hani arabasiyla beni o bitmeyen yokustan cikarip evime goturecekti ya. Hatirlasana suayb hatirladim. hizlica inmeye basladim karanlik merdivenlerden, cokuk koprunun altinda hafif gri de kalmis kaltirim ustunde bekelmeye koyuldum erkenden. Beklerkende derslerde ne gorudugumu dusunuyorum ne yaptik biz bugun ne gibi badirelerden gecti bu gonul...derken belirdi uzakta iki lamba biri kafif soluk digerine gore...
 
*Devam edecek...

No comments:

Post a Comment