March 20, 2012

Ilk Mezuniyet ve ilk Endustri deneyimi

Eveeeeeeeet, yuzduk yuzduk sonunda dibini gorduk derinlikli sisenin. Amerika'ya ilk geldigim gunu hatirliyorum da ne kadar tecrubesiz, ne kadar bildirimsiz kaldigimi idarak ediyorum simdi. Gunlerin haftalari, haftalarin aylari ve sonra yillari takip ettigi bir film seridi gibi hersey. Basladik ve Bitirdik bir nefeste. Bize bu gunleri gormemize vesile olan herkese selam olsun, maddi manevi destegini eksik etmeyen aileme, arkadaslarima, hocalarima sonsuz esenlikler diliyorum. Tezim de yazdigim gibi,

"Last but not least, I would like to thank my family for all their love and encouragement -especially my parents who raised me with a love of science and supported me in all my pursuits."

Tabi bunlari basarirken, Tolstoy un lafini aklimdan cikardigimi soyleyemem:

"Dunyada ol ama Dunyadan olma",

Her ne kadar kafamda bu isi bitirmis olsam da, bu mezuniyet olayi somut delil olarak onem tasimakta. Artik Dr. Arslan olarak cagirilicagim eni sonunda, her ne kadar bana cok bir mana ifade etmesede. Aslinda dunyalik hic bir unvan bana bisi ifade etmemekte ya  neyse. Derin mevzu. Bunun disinda, hayat cok degismedi: Belki alicagim maas articak, belki piyasaya biras daha girmis olucagim onumuzdeki aylarda ama onun disinda ben ayni ben, arkadaslar ayni arkadaslar olucak. Hepsinin de yuregine saglik. Sevgilerini, desteklerini, guvenlerini bir an bile eksik etmediler. Allah razi olsun ebeden.

Gunun sonunda, basari basariyi getirir derler. Calistikca ne kadar az bildigimizi anladigimiz su perdeli dunyada, aslinda "calisma"ya bir kulfet olarak degilde, zihin dunyamizi genisletmeye yarayacak bir  entellektuel  girisim veya aradigimiz seyi bulma cabasi olarak bakmak istiyorum. Yani calistigim seyden zevk alip, onu para veya baska bir is icin yapmak degil de, ogrenmek, uzerine bisiler katip baskalarina anlatip ogretmek icin yapmaliyim gibi geliyor bana. Ne kadar dil dokup kelimeleri kendime has hezeyan ile etrafa savursam da ,biliyorum, yasanmadikca bunlar sizlere birsey  ifade etmeyecek. Ama olsun ben yazmaya basladim birakin biras daha yazayim ....

Gonul isterdi ki degisik, daha once dokunulmamis konularda derinlikli makaleler yazayim, sonra bir cok insanin dikkatini cekeyim ve surekli referans gosterileyim. Bu herhalde isini ciddiye alan bir doktora ogrencisinin en buyuk tesellisi ve amaci olur. Benim ilk makalem (2009) suan 5 ayri makale tarafindan referans gosterilmis durumda. Her ne kadar bu sayi 3 yil once basilmis bir makale icin fena sayilmasada, bu referans sayisinin 20 veya 30 olmasi, muhakkak benim gibi akademik camiaya katkida bulunmak isteyen herkes icin mutluluk kaynagi olurdu. Yalniz bu ideal durumlardan bahsederken dengeyi kacirmamak da lazim. Bizler bu hayatin bir parcasiyiz, insaniz, ailelerimiz var, cocuklarimiz veya kardeslerimiz var. Onlara karsi sorumluluklarimiz da var. Kariyer yapmak icin yapmak bence biraz aptallik, hele de bunu gozu kor bir ideal ugruna yapiyor, sevdiklerini ihmal ediyor isen, olan biten aslinda tam anlamiyla bir kayip. Bunun yaninda eger ben sevdigim isi yaparken, bana doktora veya kariyer namina unvanlar veriyorlar ise; o da bu dunya insanlarinin bana sundugu ikram olarak gorulmeli. Aslinda daha derinlemesine bakilacak olursa, bu yuce yaraticinin bir rahmet telkini ve dunyadaki insanlarin elleri ile onlari vesile kilmasi. Tabi bunu gorebilmek perdeyi aralayabilmemize bagli. Geciyorum. Ama biz biliyoruz ki bizim arayisimiz O biri bulabilmek onun yeryuzunu bezendirdigi hikmetini ogrenebilmek. Amac boyle olunca etrafindakiler ne deseler bos geliyor belli bir yerden sonra.

"Kulaklarim sagir gozlerim kor olur durur, ne soyleneni duyar nede akil oyunlarinin bir parcasi olurum..."

Beri taraftan, is ve es arayisi aklimi zorlayan hadiseler arasinda ne yalan soyleyeyim. Yeni bir ortama girisin esigindeyim. Endustri ile tanismam daha onceden vuku bulmus bir hadise aslinda. Daha onceden Boston da, Irvine da calistim. Tabi is ortami okul ortami gibi degil, farkliliklar var. En onemli yani beni tembellige alistiriyor olmasi. Okul ortaminda makale basmak zorunda hisseder bir doktora ogrencisi, bu adeta onun bir sorumlulugudur. Is ortaminda bu his yavas yavas kaybolur lakin kimse calisanindan makale beklemez...ama belki patent bekler. O bunu bekler, su onu bekler, bekleyenlere yetmez, beklenenler gelmez. Dunya kosusturmasi hic bitmez. Gozu acik, ufku genis, dusunce dunyamizi da olasiklara acik tutmaliyiz. Vakti gelince yapmamiz gerekeni yerine getirmeli, kararli ve iradeli bi sekilde gelecege yon verebilmemiz gerekli. Kimi bunu endusturi dalinda yapmaya calisir, kimi akademik camiada. Kimisi serbest tuccar olarak calisir, kimisi rizkini kazamanak icin deniz asiri ulkelerde gemi gemi gezer de durur. Amac ortaktir aslinda, hem tecrube olarak, hem bilgi olarak hemde mal mulk olarak zenginlesmek. Dogruya dogru. Bir laf vardir:

"We work to earn money  for our entire life and lose health, then we spend the money to restore it"

Biraz ironik biras dusundurucu. Ama bunun olmamasi icin elden geleni yapmali. Malk ve mulk ile kafasini bozmus insan bu dunyada her ne kadar problemli olarak gorulsede, bu cumlenin diger bir anlamida su: Yuce yaratan bir bakima mal ve mulk icin hayatini verene "lanet" indirip, ona "Mal ve mulk benimdir. Istedigim zaman verir, istedigim zaman alirim" diyor gibi geliyor bana. Lakin, ne kadar ciddi hastaliklar var biliroyoruz, dunyalari versek iyilestiremiyoruz.... Denge dedim ya, denge.

Bir detay vermek isterim sizlere. Dis ortam o kadar karanlik bir mecra uzerine kuruluki, insanlar artik dogal davranislarini bir kenera birakmislar, o ortamin veya o isin gereklerine gore davranmayi profesyonellik icabeti olarak gormeye baslamislar. Bu davranis biciminde ne ahlak gozetilmekte ne de diger insanlarin haklari. Kim ne kadar hak ediyor sorusu degil, kim daha yartik ve israrci sorusu on plana cikmis malesef. Hayat hep yaris olarak gosterildiye bizlere, ben ona uzuluyorum. Bir profesor bana demistiki, bu sureci bir yaris olarak gormek ve cilginlar gibi kosturmak bir hastaliktan ibaret. Ama gecici olarak hasta olmaya deger. Her ne kadar kosturmak istemesekte, bu hayatin parcasi oldugumuzdan kosturulmaktayiz. Ama bunu sorguluyo olmak en azindan beni bilinclendiriyor. Gelelim, ne tur kurtluklar yapildigina. Mesela biri arabiniza vurdu, ve hafif bir cizik var arabada. Tabiki sigorta sirketleri oldugundan, ne vuran nede vurulan madur oluyor. Hersey ne guzel ne tatli degilmi? bilgiler aktariliyor birbirlerine, herkes evine. Kulagada hos geliyor. Modern iste ya devletler, ummetler ve insanlar. Aslinda o kadar da degil. Perde arkasina bakalim. Arabasina vurulan sigorta sirketine diyorki araba vurdular ve yaptirmam binlerce dolar tutar ayrica, boynumu incittim, film cektiricem falan filan. Yaziyor da yaziyor, sigorta sirketi odemeyi yapiyor, arabasina vurulan belki madur olmuyor ama haksiz sekilde fazla para aliyor bunuda ustune ustluk akillilik olarak goruyor. Ayni mevzu sirkete girerkende gozlemlenebilir. Sirket de isveren ne kadar az para verirsem o kadar iyi modunda oldugundan, calisanin basarisina bakmaksizin isi ucuza kapatma pesinde oluyor. Malesef, calisan cogu zaman madur oluyor veya ucuza gittiginin farkinda olmuyor. Aslinda sirketlerde mesele para olunca hem randiman dusuyor otomatik olarak, hemde calisanlar sirkete aidiyet duygusundan yoksun bir sekilde devam ediyorlar. Bu aidiyet duygusu olmayinca tabi, yillar gecince calisanlar uyanik davranmaya basliyorlar. Calma cirpmaya yonelik teknik ve sivir manevralar ile kese doldurma mdouna giriyorlar. Tamam belki islerini yerine hakki ile getiriyorlar ama bir yandanda o benden fazla aliyor, su benden fazla kazaniyor diye dusunup, kazancini nasil artiririm sorulari mesgul oluyorlar. Bu "Aidiyetlik" duygusunu sirketler su sekilde cozmeye calismislar: Calisanlarina Stock lar, yani hisse senetleri vererek, onlari kucuk bir miktarda olsada sirkete ortak yapiyorlar, boylece borsada sirketin hisse senetleri artiyor ise, calisnalarda kazanclarini artirmis oluyorlar. E tabi en cok kazanci sirketin sahipleri elde ediyor. Bunun gibi bircok method ve yontem var, ve hepside insanoglunun zayif yanlarini kullanrak uzerinden avantaj kazanma uzerine. Bunlari gordukce ve hissettikce insanoglunun kayipta oldugunu birdaha idrak etmekteyim...

"Hope i was blind, It was a black hole all that i figured out"

Okul zamani ile sirket zamani arasindaki bir diger onemli farklilik ise is hayatnin bir parcasi olmak demek, borsada kagitlarinin olmasi demek oluyor. Cunku sirketin bunyesinde olman, sana sirketin ortagi olma sansi verdiginden, aslinda bir calisan olarak borsada aktif oynayici hale getiriliyorsun. Yalniz bu sana sorulmuyor, yani bunun bir parcasi olmak isteyip istemedigin. Okul cok daha naif bir ortam bu duruma kiyasla. Belki profesorlerin duzeyinde bu tur al gulum ver gulum stratejilerine bagli olarak, sirketler uzerinden kazanclar saglaniyordur fakat bu sefil doktora ogrencilerine pek yansimiyor veya yansitilmiyor. Muhakak hocalarin networkleri dahilinde bircok tanidiklari ve yakin cevreleri oluyor. Buda tabiki onlari yonetici konumuna koyuyor. Bir kismi aktif arastirma kimligini korurken, bir kismi "multitask management" alaninda basarisiz olup birinden birini secim o yonde ilerliyorlar. Dekan olur, recktor olur, bu tur pozisyonlar yonetim yuku olan pozisyonlar tabiki bu konumdaki akademisyenlerin daha az arastirma yapmasi beklenebilir. Sirket tarafindada yonetim tabakasindaki yuksek dereceli calisanlar veya is verenler ayni sekilde alt tabakadaki esas teknoloji ureten muhendislerin urettikleri urunleri yonetmekle pazarlamakla mesgul oluyorlar, bir bakima uretilen urunun ne kadar "iyi" ve "mukemmel" oldugunu musterilere anlatmak yoluyla onlari inandirmaya calisiyorlar...


"Kelimelerdir anlamlari olusturan, anlamlardir insanlari bulusturan..."
Is hayati ne mi demek? Saat 9 da ofisinde olmak, ustundeki patron olan kisiye karsi sorumlu hissedip ona hesap verebilmek demek. Bazen sivri bazen kinayeli dillerle elestirilmek, bazen de tebrik edilip odullendirilmek. Is hayati saat 12 ve 1 arasi disaridaki bir kafede sandwich yiyip oglen arasi yemek molasi vermek demek. Saat 5 gibi isten cikip arabana binmek, sonra o hayli siklikla kullandigin otoyola cikip trafik ile karsilasmak, trafikte yuzlerce senin gibi calisan insan gibi otoyolda sikisip kalmak demek is hayati.

Calisan kisi, toplum bilinci ile davranir ve kuzey taraftaki evlerin pahali olmasi dolayisi ile, guney taraftaki evlerden mortgage usulu evler alir. Lakin sirketler kuzey tarafta yerleske edindiklerinden, is hayatinin bir parcasi olmustur otoyolda guneye giderken trafige takilip kalmak. O trafikte etrafina bakip onlarcasini etrafinda gormek ve yuzlerinde odemeleri oldugundan dolayi calisan binlerce soluk yuzler gorebilmek garip duygular yaratir insanda.... Is hayati bazen zevkli bir kosusturmaca, bazen acili sancili bir bekleyis maasin yattigi o gunun sabahini. Is hayati ilk zamanlari para dan cok isi sevdiginden dolayi yapan buyuk bir guruhun artik ayni isi para icin yapmasina donustugu devriyeli bir gerilimdir aslinda. Bir cogu bunu gormez, gorurde soylemez, soylesede etrafina iletemez. Is hayati aslinda devinimli hayatin artik tekduze ve suprizden uzak hale getirilme metodudur. Insan dogasi geregi, alistigi yasami benimser, benimsedigi hayati sevmeye calisir, sevmesede artik huy haline gelen yasam sitilini degistirmek veya bilinmeyene adim atmak istemez. Aslinda is hayati bu korkuya karsi insanin gelistirdigi bi hayat bicimidir. Suprizi azdir, duzen ve tekduzelik vardir, sikintilidir ama para kazandirir. Akademik camiaanin en azindan biras bilinmemezlik kismi ona heyecan katar aslinda, tabi bundan dolayi rahatsizlik duyuyorsa insan kendini bir anda is hayatinin gobeginde de bulabilir. Secim yapmasi bazen gercekten zor, ama surasi kesin: Insan rizkinin pesinde olan bir varliktir, ve nerden ne kadar kazanicagini da kestiremez. Ama sevdigi isi yaparken rizinkini kazaniyor olmasi herhalde insanin en buyuk idealleri arasinda olsa gerek.

"Dil baglianirken, her gorunen soylenmez olur; Dil acilip, gorunen soylenince, gordugumuz seyler de bir anda serap olur..."
Is hayatinda gizli kapaklilik vardir. Yeni sistemler, metodlar icat etmen herhangi bir sekilde bunu sirket bunyesinin disinda kalan insanlarla paylasmani gerektirmez. Bir bakima sirketin parcasi olma piskolojisi, seni sirkete ait hissettirir. Herhangi bir "innovation" sirketin mali sayilir, kendi icinde kalir, hatta bazen icinde bile patlar. Akademik camianin tersine hic de serin olmayan hareketlerdir lakin sirketlerin tek bir amaci vardir karini maksimize etmek, calisanlarini da mumkun olan en az paraya calistirabilmek. Patentler almak, bunlarin uzerinden para kazanmak, daha zengin olmak ve sonra daha zengin. Malesef ki, akademik dunyadan sirket ortamina gecen bir kisi onceleri ne kadar ozgur ruhlu davransada, sirket hayatinin verdigi tekduzelikten midir veya insan karakterinde olusturdugu gizlilikten midir bilinmez, insanin huyunu suyunu degistirir, ona biras bencillik, biras savasci ruh biraz da itaatkarlik ogretir. Peki neye itaatkarlik? Tabikide paraya, guce, alma kabiliyetine. Bunlar her ne kadar utopik ve gercekten uzak gibi gelsede okuyana, insan aslinda guc kazandikca, iktidar meselesinin ne hayli zor bir mesele, savasilmasi ne kadar cetrefilli bir tarife oldugunu anlar. Oysaki iktidar meselesi oyle cok da basite indirgenecek bir hadise degildir. Sirket ve is ortami insan ruhunun belkide iktidari hissetmesine ilk vesile olan seyler adina onemli yer teskil etmektedir. Artik kisinin eline guc gecmekte, daha serbest davranabilme yetenegi eline verilmekte. Bu muhakkak kisinin karakterinde degisiklik yaratacaktir. Daha fazla kazanma, daha fazla guc, daha fazla bagimsilik duygulari gelisir, ve en nihaytinde kisir ongu seklinde sonu olmayan bir devinimin icine yuvarlanir. Malesef, is hayati bu yonu ile kimisinde kayiplara vesile olur, kimisinde karakter bozulmalarina. Tabi bu kadar olumsuzlugun yaninda, is hayatini eline alip cevirip kenera atmis baba yigitlerde olmustur tarih boyunca, onlara saygimiz sonsuz : ).


-Devam edebilir...